İnsanın İnsanla Olan Kavgasına Artık Bir Son Verelim
“Ne olacak bu dünyanın sonu?”, “İnsanoğlu nereye gidiyor?” gibi soruların sıkça sorulduğu bir dünyada yaşıyoruz. Herkesin bu sorulara iyi kötü bir cevabı ve herkesin kendine göre bir çözümü var. Aslında verilen cevaplara ve sunulan çözüm önerilerine bakıldığında herkesin varmak istediği sonuç aynı. Dünyayı barış içinde yaşanabilir bir hale getirmek.
Peki bu kadar çözüm önerisi varken ve herkes her şeyin bu kadar farkındayken neden hala bazı şeylere çözüm bulamıyoruz, neden hala bazı gerçekleri düzeltemiyoruz. İşte tam bu noktada devreye insanların gittikçe yoğunlaşan kazanma iç güdüleri ve her zaman her konuda zirveyi tutma istekleri ön plana çıkıyor. Çevremize baktığımızda herkes bir şeylerin peşinde ve herkesin varmak istediği yer aslında aynı "başarı ve her zaman 1 numara ben olacağım tutkusu". Sanırım bunun tam tersini düşünen ve başarısız olmak için çaba gösteren hiç kimse yoktur. Buraya kadar her şey normal ve olması gerektiği gibi görünüyor. “Peki hata nerede?”
Aslında biz bu hedeflerimizin peşinden giderken istemli yada istemsiz diğer insanlarla bir yarış içerisine gireriz. Her zaman karşımızdaki insanı ezerek ondan bir adım daha önde olmaya çalışırız. Yeri gelir bilgimizi paylaşmaz, yeri gelir rakiplerimiz olarak gördüğümüz insanların açıklarını ararız. Hal böyle olunca da doğal olarak karşımızdaki insanları kırar onlara sanki düşmanmışcasına bir tavır takınırız. Sonra bu düşmanlık hissine kapılmış insanlar topluluğunu göstererek “Biz bu hale nasıl geldik?” sorusuna çözüm ararız. Evet “Biz bu hale nasıl geldi?”, “Biz ne zaman bu kadar acımasız olduk?”. Aslında cevap basit ve klişe haline gelmiş bir cümle olan “Yaşarken olduk”.
Nasıl yani diyeceksiniz şöyle anlatayım. Hayata başladığımız andan itibaren kıyaslamalara maruz kalırız. Ailemiz önce çevresindeki insanların çocuklarını gözlemler ve sonra bak onun çocuğu yürüdü bizimki hala emekliyor, bak onun çocuğu konuştu bizimki daha anne bile diyemedi şeklinde devam eder. Sonra bu konuşmaların ve kıyaslamaların içinde büyürüz ve artık bizde bir okullu oluruz. İlk başlarda bizim için bu durum çok güzel ve eğlenceli gibi görünse de sonradan sonraya kendimizi bir yarısın içinde buluruz. Ailemiz ve çevremizdeki insanlar bu seferde bak onun çocuğu şu puanı almış şunun çocuğu şu belgeyi almış şeklinde kıyaslamalar tekrar başlar ve bizde çocuk aklımızla o kişilere karşı bilenmeye ve çevremize kendimizi ispatlamaya çalışırız. Ve sonuç olarak başarıya giden tek yolun başkalarını ezip geçmek olduğuna inanırız. Hal böyle olunca daha çocukluğumuzu bile yaşayamadan bir hırsın peşinden koşarız. Sonuç olarak bu ve bunun gibi olaylar yaşayarak belli bir yaşa geldiğimizde artık başkalarının üzerinden pirim yapmanın ve çıkarcı bir tavır takınmanın kaçınılmaz olduğu bir ruha sahip oluruz. Bilginin paylaşılarak çoğaldığını, insanlara yardım ettiğimiz kadar insan olduğumuzu, sevgi, saygı ve hoşgörü kavramları neredeyse unutur ve kazanma hırsımıza yenik düşeriz. Bence asıl sorun burada başlıyor.
“Ne olacak bu dünyanın sonu?”, “İnsanoğlu nereye gidiyor?”, “Biz ne zaman bu kadar acımasız olduk?”, “Biz bu hale nasıl geldik?” sorularının aslında tek bir cevabı ve çözümü var. İnsanlar illaki bir başarının peşinde koşmalı ancak rakiplerine saygılı ve etik kavramlar çerçevesinde bunları yapmalıdır. İnsanın insana saygılı davranması gerektiğini aklımızdan hiçbir zaman çıkarmamalı ve etrafımızdaki insanların görüş ve düşüncelerine saygı göstermeliyiz. Her yaşadığımız sorunda kaba kuvvete başvurmak yerine daha mantıklı düşünerek saygı, sevgi ve hoşgörü ortamında sorunlarımıza çözüm aramalıyız. Ve tüm bunların olabilmesi için öncelikle insan olduğumuzu ve bizim ihtiyacımız olan her şeye başkalarının da ihtiyacı olduğunu unutmamalıyız. Böylece hem paylaşmayı öğrenir hemde kendimize olan saygımızı kaybetmeyiz. Eğer her birey bu konulara dikkat eder ve üzerine düşen görevi yaparsa işte o zaman dünya daha yaşanılır bir hal alabilir. İşte o zaman insanlar sevgi, saygı ve hoşgörü içerisinde yaşayabilir.
YAZI YORUMLARI